28 Eylül 2018 Cuma

DÜYUN-U UMUMİYE VE MCKINSEY


düyunu umumiye ile ilgili görsel sonucu

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Yeni Ekonomi Programı (YEP) kapsamında kurulması öngörülen Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için ABD merkezli danışmanlık şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdiklerini açıkladı. Bu açıklamanın ardından, McKinsey'nin Düyun-u Umumiye gibi çalışacağı yorumları yapıldı. McKinsey ile Düyun-u Umumiye'nin karşılaştırmasına geçmeden önce Düyun-u Umumiye'yi kısaca anlatalım.

Osmanlı Devleti ilk kez 1854 yılında Kırım Savaşı'nın finansmanını sağlamak amacıyla İngiltere ve Fransa'dan borç almıştı. Ayrıca, Galata Bankerleri'nden de devlet tahvili karşılığında iç borç alınmıştı.

Kırım Savaşı'nın ardından da Osmanlı Devleti'nin ekonomisi düzelmemiş; savaşların getirdiği ağır yükün de etkisiyle devletin dış borç stoğu giderek artmıştı. Ekonomide yaşanan kriz nedeniyle 1875'ten itibaren dış borç ödemeleri durdurulmuştu.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlı Devleti yenildi ve savaşın ardından imzalanan Berlin Barış Antlaşması'na, Osmanlı'dan alacaklı olan devletlerin baskısıyla dış borçların ödenmesi konusunun müzakere edilmesi maddesi eklendi.

İlerleyen yıllarda yapılan görüşmeler sonunda 1881 yılında II. Abdülhamit'in çıkardığı Muharrem Kararnamesi ile Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Yönetimde İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya'dan birer temsilci bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti'nden, birisi Hazineyi temsil etmek üzere iki kişi bulunsa da bu kişilerin idarede önemli yetkileri yoktu. Düyun-u Umumiye İdaresi:

1. Osmanlı Devleti'nin iç ve dış borçlarının  idaresini devralacak,
2. Devletin tuz tekeli ve tütün tekeli gelirlerini toplayacak,
3. Damga vergisi, içkiden, ipekten alınan vergiler gibi birçok vergiyi tahsil edecekti.

Kısacası, Osmanlı Devleti'nin hemen hemen bütün gelirlerinin idaresi Düyun-u Umumiye'ye geçmişti. Düyun-u Umumiye İdaresi 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile kapatıldı. Türkiye'nin Osmanlı Devleti'ne ait dış borçları ödemesi 1956 yılına dek sürdü.

Şimdi de McKinsey'nin kuruluşuna ve faaliyetlerine göz atalım.

MC KİNSEY ile ilgili görsel sonucu

McKinsey Danışmanlık şirketini Şikago Üniversitesi profesörlerinden James O. McKinsey 1926 yılında kurdu. Şirketin kuruluştaki ana faaliyet alanı muhasebe ve yönetim (management) konularında şirketlere danışmanlık yapmak. İlerleyen yıllarda McKinsey faaliyet alanını genişletti. Günümüzde şirketlerin finanstan pazarlamaya kadar birçok farklı bölümlerini geliştirmeleri için danışmanlık hizmeti vermekte. Sitesinde her sektör için uzman kadrosuyla hizmet verdiğini vurguluyor.

Peki Türkiye neden McKinsey ile çalışıyor ve bu çalışmanın kapsamı ne olacak?

Bana göre, Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Albayrak'ın ABD'de iş dünyası ile yaptıkları görüşmeler öncesinde bu karar alındı. ABD ile siyasi olarak aramızda gerilim bulunsa da hem Türkiye, hem de ABD birbirine muhtaç. Türkiye şu anda IMF dışında en önemli dış kaynağı Amerikan finans kurumlarından sağlayabilir. Unutmayalım, finansal sermaye (finans kapital) borç verirken anapara ve faizi sorunsuz şekilde tahsil edeceğinden emin olmak ister. Amerikan finans kurumları da, Türkiye'nin ekonomik durumunu yakından takip etmek istiyor. Bu nedenle, Türkiye'nin McKinsey'den danışmanlık hizmeti almasını talep etmesi normal.

Türkiye'nin, uluslararası finans kurumlarına güven vermek amacıyla, McKinsey gibi uluslararası alanda saygın danışmanlık şirketleriyle çalışması gerekiyor. Ayrıca, Türkiye McKinsey ile ilk defa çalışmıyor. 2001 krizi sonrasında sorunlu bankaların satışı, kamu bankalarının özelleştirme planlarının hazırlanması konularında şirketten danışmanlık hizmeti alınmıştı.

Sonuç olarak, elbette McKinsey'nin Türkiye ekonomisi hakkında dönemsel olarak hazırlayacağı raporların, uluslararası finans kurumlarının Türkiye'ye finansman sağlamaları üzerinde etkisi olacaktır. Ancak, McKinsey ile Düyun-u Umumiye'yi karşılaştırmak doğru değil. McKinsey'nin devlet adına vergi toplamak veya borçların ödenmesi gibi alanlarda yetkisi olmayacak. Bu konuda popülist söylemlerle kamuoyunu yanıltmanın yanlış olduğunu düşünüyorum.

DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.

KRİZ VE BANKACILIK SEKTÖRÜ


Perşembe günü Yeniçağ gazetesi yazarı Remzi Özdemir beni aradı: "Hocam, krizde dibe vurduk mu?
Çıkış başlayacak mı?"

bankalar birliği ile ilgili görsel sonucu





Maalesef kriz daha yeni etkisini göstermeye başladı. Nobel Ekonomi Ödülü alan Joseph E. Stiglitz'in deyimiyle Serbest Düşüş sürecindeyiz ve giderek artan bir ivmeyle aşağı doğru gidiyoruz.

Bankacılık sektörümüz elbette 2001'deki krizle karşılaştırıldığında çok daha iyi durumda. Ancak, bu krizden sektörün payına düşeni almaması da imkânsız. Bankacılık sektöründe de işler iyi gitmiyor.

Sektörde bazı olumlu gelişmeler de oluyor. Örneğin, Akbank geçtiğimiz perşembe günü sendikasyon kredisi aldı. 11 ülkeden 23 bankanın katıldığı sendikasyonda Akbank'a 367 gün vadeli 591 milyon euro ve 285 milyon dolar kredi verildi. Bir başka ifadeyle Akbank, dolar cinsinden toplam yaklaşık 980 milyon dolar sendikasyon kredisi aldı.

Elbette, gelişmekte olan ülkeler içinde en riskli ülkeler arasında ilk sıralarda olan Türkiye'de bir bankanın uluslararası piyasalardan yaklaşık 1 milyar dolar borçlanabilmesi bir başarı olarak yorumlanabilir. Ancak, burada kredi faizlerine de bakmamız gerekir.

Akbank aldığı sendikasyon kredilerine dolar için libor+%2,75; euro için ise euribor+%2,65 faiz ödeyecek. Banka Mart 2018'de aldığı sendikasyon kredilerini dolar için libor+%1,3; euro için ise euribor+%1,2 faizle almıştı. Görüldüğü üzere, dokuz ayda Akbank'ın sendikasyon kredilerinin faiz oranları hem dolarda hem de euroda iki kattan fazla artmış.

Bankaların aldıkları kredileri kullandıkları yerler de önemli. Elde ettikleri bu yabancı kaynakları reel sektöre kredi olarak verirlerse ekonominin durgunluktan çıkması için bir umut olabilir. Ancak, kriz dönemlerinde bankaların ihtiyatlı davranarak ellerindeki kaynakları borçlarını kapatmak için kullandıkları veya yüksek oranda borçları olmasa bile zor günler için tuttukları bilinen bir gerçek.

DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.



20 Eylül 2018 Perşembe

EKONOMİNİN RESESYONA GİRECEĞİNE KİMSENİN ŞÜPHESİ KALMADI

berat albayrak.jpg




Piyasaların ve tüm iş dünyasının merakla beklediği Orta Vadeli Program (OVP), Yeni Ekonomi Programı (YEP) adıyla Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından kamuoyuna açıklandı. Programın detaylarına geçmeden önce krizin hangi aşamasında olduğumuza bakalım.

Kapitalizm'de genel olarak ekonomide Genişleme-Kriz-Likidasyon-Resesyon (Durgunluk) dönemleri görülmektedir. Türkiye'de de Genişleme dönemi 2017 yılında sona erdi. Döviz kurlarındaki aşırı spekülasyon ise aslında 2017 yılından beri yaşanan krizin şiddetlenmesine yol açtı. Bugün ise giderek artan konkordatolar krizde bir sonraki aşamaya geçtiğimizi gösteriyor. Artık krizde likidasyon süreci başlamıştır ve iflasların artması sonucunda, verdiği kredileri tahsil edemeyen bankacılık sektörü de zor durumda kalacaktır. Ardından, ekonomide resesyona yani durgunluğa girilecektir. Nasıl bu kadar kesin konuşabildiğimi merak edenlere YEP'i incelerek cevap vereyim.



Yukarıdaki tablo programın temel ekonomik büyüklüklere ilişkin hedeflerini gösteriyor. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) kalemini incelediğimizde, GSYH 2017 yılında 851 milyar dolar seviyesindeymiş. Program kusursuz uygulansa bile Türkiye'nin GSYH'sı ancak 2020 yılı sonunda bu rakama ulaşabilecek (858 milyar dolar). Yine, GSYH büyüme tahminlerine baktığımızda da programın yüksek büyüme hedeflemediği görülüyor. Yıllık nüfus artışı yüzde 1'in üzerinde olan Türkiye'nin mevcut ekonomik pozisyonunu koruyabilmesi için GSYH'da yıllık en az yüzde 4 dolayında büyüme olması gerekir. Oysa, programda ancak 2021 yılında yüzde 5 büyüme hedeflenmiştir. Buradan ekonominin en erken 2021 yılı sonunda resesyondan çıkabileceği sonucunu çıkarabiliriz.

Programdaki hedeflerin gerçekçi olduğu yönünde olumlu yorumlar var. Gerçekçi hedefler, ekonomide en az 2-3 yıl boyunca resesyon yaşanacağını da ne yazık ki bugünden ilan etmiştir. Ayrıca, YEP'te açıklanan istihdam artış hedeflerinin hangi kaynaklardan karşılanacağı net olarak belirtilmemiştir.

Gelir kaynakları içinde en önemli artışın turizm sektöründe gerçekleşmesi beklenmektedir (2018 yılında 29 milyar dolardan 2021 yılında 42 milyar dolara çıkması hedeflenmiştir; yani, 3 yılda yaklaşık yüzde 45 artış). Ancak, ihracattaki artış turizmdeki kadar olmayacak. İhracatta yıllık artışın 2018 yılında yüzde 8, 2019'da yüzde 7, 2020'de sadece yüzde 5, 2021'de ise yüzde 7 olması beklenmektedir. İthalatta da ortalama yıllık yüzde 4 dolayında artış olacağı tahmin edilmektedir. Kısacası, dış ticaret de önümüzdeki 3 yıl boyunca ekonomiyi krizden kurtaracak önemli bir gelir kaynağı olmayacaktır.

Sonuçta, program ekonominin düzelmesini sağlayacak somut öneriler ve uygulamalar içermemektedir. Ekonomideki sıcak paraya olan ihtiyaç daha da artacaktır. Sıcak paranın ülke dışına çıkmasını önlemek ve döviz kurlarındaki artışı frenlemek için faiz oranları yükseltilecektir ve ekonomi maalesef 1990'lardakine benzer yüksek faiz-enflasyon-iç ve dış borç artışı sarmalına girecektir.

DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.



15 Ağustos 2018 Çarşamba

ABD İLE NEDEN PAPAZ OLDUK?




Müttefikimiz ABD ile ilişkilerimiz son zamanlarda giderek gerildi. Son dönemde ABD’nin Türkiye’den ithal edilen çelik ve alüminyuma uygulanan vergi oranlarını artırması ve ABD başkanının attığı tweetler ile TL’ye saldırıyı tetiklemesi doğrudan Türk ekonomisinin hedef alındığının önemli bir göstergesi.

Türkiye – ABD ilişkilerinde yaşanan gerilimin nedenlerine bakmadan önce, ABD ile ilişkilerimizde geçmişte yaşanan sorunlara bir göz atalım:
1. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde “Soğuk Savaş” döneminde bile önemli sorunlar yaşanmıştı. ABD’nin Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması nedeniyle 27 Mayıs 1960 darbesine göz yumduğu ve Adnan Menderes ile iki bakanın idam edilmesine karşı çıkmadığı iddia edilmektedir.
                                        adnan menderes ile ilgili görsel sonucu
2. Türkiye – ABD ilişkilerindeki gerilim 1970’lerde de devam etti ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında krize dönüştü. 1975 yılının Şubat ayından itibaren ABD, Türkiye’ye 3 yıl süreyle silah ambargosu koydu. Türkiye ambargoya karşı Türkiye’deki Amerikan üs ve tesislerini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kontrolü altına aldı.
                                               kıbrıs barış harekatı ile ilgili görsel sonucu
3. 12 Eylül 1980 darbesinin arkasında da ABD’nin olduğu bilinen bir gerçektir. O dönem CIA’in Türkiye şefi olan Paul Henze, darbeyi Başkan Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” diyerek iletmişti.
                              12 eylül ile ilgili görsel sonucu
4. 2001 Krizi’nde, krizden çıkmak için “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adı verilen ekonomik önlemler paketi uygulanmaya başlandı. Uygulamalar sonrasında ekonomide önemli iyileştirmeler meydana gelmişti. Ancak, Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan bir araya gelerek DSP’yi bölmek istediler. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısıyla koalisyonu bozması sonucunda 2002 yılının Kasım ayında erken seçim yapıldı. Bütün bu olayların arka planında da ABD’nin olduğu birçok kişi tarafından dile getirildi. Ecevit’in Amerikan askerinin Türkiye’den geçerek Kuzey Irak’a gitmesine izin vermediği için ABD’nin bu olayları planladığı uzun zaman konuşuldu.
                                      troyka ismail cem ile ilgili görsel sonucu
5. Tam adı “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” olan ve kamuoyunda 1 Mart Tezkeresi olarak bilinen tezkerenin TBMM’de 1 Mart 2003 tarihinde reddedilmesi de Türkiye – ABD ilişkilerinin kötüleşmesine neden oldu. ABD, tezkerenin reddedilmesine tepki olarak Türk askerlerinin başına çuval geçirdi.

                           

6. Gezi olayları, 17-25 Aralık 2013’te yaşanan olaylar ve son olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğu konuşuldu.
                          halisdemir ile ilgili görsel sonucu

Gelelim günümüze. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin giderek kötüye gitmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. ABD’nin son yıllardaki Ortadoğu politikası ortada. ABD enerji kaynaklarını kontrol altında tutarak başta Çin ve Rusya olmak üzere, AB ülkeleri ve Japonya’nın kendisine rakip olmasını önlemek istiyor. Amerikan ekonomisinin çok iyi durumda olmadığını da belirtelim. Bu bağlamda, Türkiye de aynı coğrafyada bulunduğu için ABD’nin Ortadoğu politikasından etkileniyor. ABD, Ortadoğu’daki en önemli partneri İsrail’in yanında bir Kürt devleti kurarak bölgeyi tamamen kontrol etmek istiyor. ABD’nin kurmayı planladığı Kürt devletinin başkentinin Diyarbakır olmasını arzuladığı bilinen bir gerçek. Türkiye’nin Afrin operasyonuna karşı çıkmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Kısacası, ABD’nin uzun vadede Kürt devleti kurmak istemesi Türkiye açısından bir tehdit unsuru.
2. Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin ile yakınlaşması Türkiye – ABD ilişkilerinin kötüleşmesinin bir başka nedeni. İki nükleer santral ihalelerinin Rus ve Çinli firmalara verilmesi ABD’de hayal kırıklığı yarattı. Ayrıca, Türkiye’nin Rusya’dan alacağı S-400 füze savunma sistemi de ABD’nin tepkisini çekiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Tina Kaidanow isimli bir yetkili Temmuz ayında ABD’li yetkililerin Türkiye’yi S-400 yerine Patriot füze sistemi alınması için ikna etmeye çalıştığını belirtmişti.
3. ABD, İran’a uyguladığı yaptırımlara Türkiye’nin de uymasını istiyor. Çünkü, Türkiye İran’ın önemli bir ticaret partneri. 2017 yılında Türkiye – İran toplam dış ticaret hacmi 11 milyar dolara yaklaştı. Türkiye, İran’a uygulanan yaptırımlara uymak istememekte haklı. Çünkü, İran’dan petrol ve doğalgaz alıyor. Bir başka deyişle, ihtiyaç duyduğu enerjinin önemli bir bölümünü İran’dan ithalat yoluyla karşılıyor.


Sonuç olarak, Türkiye – ABD ilişkilerinin kötüleşmesinde gerçek neden Türkiye’de casusluk nedeniyle tutuklu bulunan rahip değil. Yukarıda belirttiğim sorunlar kısa zamanda çözülemez. Bu nedenle, önümüzdeki yıllarda da gerilimin son günlerde olduğu gibi krize dönüşmesi şaşırtıcı olmaz.


                             

13 Ağustos 2018 Pazartesi

KRİZE KARŞI ACİL YAPILACAKLAR

Maalesef kriz giderek derinleşiyor. Dolar kuru an itibariyle 7 TL'nin üstünde seyrediyor. Avro ise 8 TL'ye yaklaştı.

1619 yılından günümüze kapitalist sistemde meydana gelen önemli finansal krizleri inceleyen biri olarak söylüyorum. Krizin daha da derinleşmemesi için yapılacaklar belli:

1. Acil olarak piyasalara yeniden güven verilmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikli olarak yurtdışı finans çevrelerinde saygınlığı olan Mehmet Şimşek'e ekonomi yönetiminde yeniden görev verilmelidir. Bakan yapılsın demiyorum. Ancak, en azından ülkenin kısa vadeli borçlanmasının yönetiminde söz sahibi olmalıdır.

2. Kamudaki israfın önüne geçilmelidir. Gereksiz makam araçları, uçaklar, helikopterler, vb. satışa çıkarılmalıdır.

3. Merkez Bankasının uyguladığı para politikalarının etkisiz olduğu ortada. Zamanında Merkez Bankasında veya Hazinede görev alan ve etkin para politikaları üreten ekonomistlerden oluşan bir danışma kurulu oluşturulmalı ve Merkez Bankasının para politikaları uzmanlardan oluşan bu kurulun tavsiyeleri ışığında belirlenmelidir (Mahfi Eğilmez, Durmuş Yılmaz, Faik Öztrak ilk aklıma gelen isimler. Elbette bu isimlerin dışında da bu konuda tecrübeli birçok akademisyen, emekli bürokrat veya siyasetçi vardır).

4. Alternatif finansman kaynakları acil olarak devreye sokulmalıdır. Özellikle aramızın iyi olduğu ülkelerle temasa geçilmelidir.

5. ABD ile ilişkilerin iyileştirilmesi için gerekirse üçüncü ülkelerle görüşülmelidir ve onlardan arabuluculuk yapmaları istenmelidir.

6. Büyük projelere en azından birkaç yıl ara verildiği kamuya açıklanmalıdır.

7. Hormonlu büyüme olarak tanımladığım borçlanma yoluyla büyüme politikasından vazgeçilmelidir. 

8. Yap-işlet-devret modeli ile yapılan projelerde devletin 30 yıla kadar varan dolar cinsinden taahhütleri bir süreliğine askıya alınmalı veya TL taahhüt haline getirilmelidir.

9. Hiçbir çözüm yolu bulunamaması durumunda moratoryum (devletin vadesi gelmiş borçlarını bir süreliğine ödememesi, ertelemesi. Rusya 1998 yılında yaşadığı kriz sırasında 90 günlük moratoryum ilan etmişti ve krizden bu yöntemle çıkabilmişti.) ilan edilmelidir.

10. Kamuoyu sürekli bilgilendirilerek alınan önlemler açıklanmalı ve piyasalar sakinleştirilmelidir.

Finansal krizlerin sona ermesi için alınan önlemler hakkında bilgi edinmek isterseniz Geçmişten Günümüze Finansal Krizler (1619-2014) kitabımı okuyabilirsiniz.
Geçmişten Günümüze Finansal Krizler (1619-2014)


DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.



8 Ağustos 2018 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN BAŞ BELASI ENFLASYON


           Son zamanlarda enflasyon yeniden Türkiye’nin önemli sorunlarından birisi haline geldi. Enflasyon hesaplama yöntemi defalarca değiştirilmesine rağmen enflasyondaki artışı saklamak mümkün olmuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), 2018 yılının Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 0,55 arttı. Yıllık bazda ise TÜFE’deki artış yüzde 15,85 olarak gerçekleşti. Üretici Fiyat Endeksindeki (ÜFE) artış çok daha yüksek. ÜFE Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 1,77;  yıllık bazda ise yüzde 25 arttı.
 Genel görüş bu rakamların gerçek enflasyonu yansıtmaktan çok uzak olduğu yönünde. Örneğin, Financial Times’ta yayınlanan bir yazıda ABD’li profesör Steve Hanke, Türkiye’deki gerçek enflasyonun açıklanan oranın çok üzerinde olduğunu belirterek TL’deki değer kaybının ardından gerçek enflasyonun yıllık yüzde 39,2’ye ulaştığını ileri sürüyor. Hanke, bu görüşünü Twitter’daki hesabında da takipçileriyle paylaşmış (https://twitter.com/steve_hanke/status/1000731850174742530).
Hükümetin beklenmedik bir biçimde erken seçim kararı alması 2018 yılının zor geçeceği yönündeki beklentileri güçlendirdi. Seçim ekonomisi nedeniyle harcamaların artması; döviz kurlarındaki ani yükselişler; yurtiçi ve yurtdışında teröre karşı yapılan operasyonların maliyetleri enflasyondaki yükselmenin daha da artmasını kaçınılmaz kılıyor.
Enflasyondaki artışın önemli nedenlerinden birisi de para arzının kontrolsüz olarak artırılması. Bir başka deyişle, Merkez Bankasının talebin üzerinde para basması. Ekonomi literatüründe para arzı ve enflasyon arasındaki ilişkiyi ilk olarak Klasik ekonomistler ele aldılar. Örneğin David Hume (1711-1776) , aşırı para arzının, bir başka deyişle, Merkez Bankasının aşırı para basmasının ekonomideki toplam talebi artıracağını ve bu talep artışının da fiyatlar genel seviyesini (enflasyon oranını) artıracağını öne sürdü. Bu konudaki tartışmalara değinmek yerine Klasikler’i böyle düşünmeye sevk eden önemli bir olaydan daha doğrusu bir finansal krizden bahsedeceğim: Mississippi Company Balonu.
Her krizin bir "kahramanı" olduğu gibi Mississippi Company Balonu'nun da bir kahramanı var: John Law. Kriz, 1720'de Fransa'da patlak veriyor. Ama, krize geçmeden önce John Law kimdir, ona bakalım.

John Law, İskoçyalı zengin bir ailenin çocuğu. İyi bir eğitim alıyor. Babası öldükten sonra annesi onu yüksek öğrenim görmesi için İngiltere'ye gönderiyor. Finans ve bankacılığa meraklı olan genç John'un maalesef kötü alışkanlıkları da var. Müthiş bir matematik bilgisi olan John, kumar oynamayı çok seviyor. Bütün parasını kumarda kaybediyor; borçlanıyor annesi İngiltere'ye gelip kumar borcunu ödüyor. Ama, John Law'un sorunları bitmiyor. 23 yaşındayken bir kıza aşık oluyor ve aynı kızı seven zengin bir İngiliz'i düelloya davet edip adamı öldürüyor. İdama mahkum ediliyor; sonra cezası müebbete çevriliyor. Yine annesi devreye giriyor ve John'ı hapishaneden kaçırıyorlar. John Law Hollanda'ya gidip orada bir bankada çalışmaya başlıyor.
Gelelim Law'un ekonomiyle ilgili düşüncelerine. İngiltere ve Hollanda'da yaşarken bu ülkelerin ekonomik durumlarını inceleyen Law, şu sonuca varıyor: İngiltere ve Hollanda zengin ülkeler; çünkü, bu iki ülkede de dolaşımdaki para miktarı çok. Öyleyse, İskoçya da para miktarını artırıp zengin olabilir. Yalnız, o dönemde Avrupa'da kâğıt paranın kullanılmadığını, tedavüldeki paranın altın ve gümüş karışımından oluşan madeni para olduğunu belirtmek gerek. Kısacası, dolaşımdaki para miktarını artırmak için daha çok altın ve gümüşe ihtiyaç var ve İskoçya'da bu değerli madenler yeterince  yok. İşte bu soruna Law, Land-bank (devlet bankası, bugünkü anlamda Merkez Bankası) adını verdiği bir proje yayınlayarak şöyle bir çözüm getiriyor:
Ekonomide madeni para değil, Land-bank'ın çıkaracağı banka bonoları (banknotlar) kullanılacak. Böylece, altın ve gümüş rezervleri para basılması için kullanılmayacak. Banka bonolarının (bir başka ifadeyle kâğıt paranın) maliyeti çok düşük ve bu nedenle istenildiği kadar basılabilir. Sonuçta, dolaşımdaki para miktarı arttıkça ekonomi canlanacaktı. Bu önerisini İskoçya Parlamentosu'na götürdüyse de olumlu cevap alamıyor; 1708 yılında Fransa'ya gidip orada projesini hayata geçirmek istiyor. Ancak, Fransa Kralı XIV. Louis de Law'un projesini reddediyor.
Law yılmıyor. Birçok Avrupa ülkesine gidip ekonomilerine inceliyor ve projesini geliştiriyor. Law'un projesinin son halinde, bono (kâğıt para) basarak ekonomiyi canlandıran bir Land-bank (Merkez Bankası) ve özel sektörü dışlayarak bütün ticareti tekeline alan bir devlet şirketi (kamu iktisadi teşebbüsü) olmalıydı.
Huylu huyundan vazgeçmez derler. Law, bir yandan da kumar oynamaya devam ediyor. Ancak, bu defa üstün matematik zekâsının yanında, şansın da yardımıyla kumardan önemli bir servet kazanıyor. Fransa'da XIV. Louis'nin öldüğünü ve yerine çocuk yaştaki XV. Louis'nin kral olduğunu öğrenince 1715 yılında yeniden Fransa'ya gidiyor. Fransa'da bu kez projesini hayata geçireceğini umuyor; çünkü, XV. Louis çocuk olduğu için, Fransa'yı gerçek anlamda yöneten kral naibi Philippe d'Orléans ile aralarında iyi bir ilişki var.
Fransa, o dönemde bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle boğazında kadar borca batmış durumda. Bir kurtuluş çaresi arıyorlar ve denize düşen yılana sarılır misali istemeden de olsa Law'un projesini uyguluyorlar.
Ancak, dolaşımdaki banka bonosunun (kâğıt paranın) aşırı artması Fransa'da 1720 yılında yüksek enflasyona neden oluyor. Herkes banka bonolarını Banque Générale'e götürüp altın ve gümüş karışımından yapılmış madeni para almak istiyor. Ancak, bankanın yeterli madeni para rezervi olmadığı için kriz çıkıyor. Bir dönem Fransa Maliye Bakanlığı'na dek yükselen (hatta bu makama ulaşmak için protestanlığı bırakıp katolik olan) John Law, Fransa'yı terk ediyor. John Law, projesine çok inandığı için servetini Fransa'ya getirmişti. Kriz çıkınca bütün servetine el konuluyor ve Law, 1729 yılında Venedik'te yoksul bir biçimde ölüyor. 
İşte, Fransa'da 1720'de çıkan bu kriz, Klasik ekonomistlerin düşünceleri üzerinde etkili oluyor ve Fransa'nın içine düştüğü durumu analiz eden Klasikler, para arzının aşırı artmasının fiyatlar genel seviyesini (enflasyon oranını) artıracağı sonucuna varıyorlar.
Mississippi Company Balonu’nun yanında kapitalizmin yaklaşık 400 yıllık tarihindeki önemli finansal krizler hakkındaki ayrıntılı bilgiyi Ekin Yayınevi tarafından basılan GeçmiştenGünümüze Finansal Krizler (1619-2014) kitabımda okuyabilirsiniz.



DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.





4 Ağustos 2018 Cumartesi

KRİZE KARŞI BİREYSEL ACİL EYLEM PLANI

  eylem planı ile ilgili görsel sonucu

Ekonomide işlerin iyi gitmediğini artık hemen hemen her kesim yüksek sesle dile getirmeye başladı. Dolar kuru bu sabah 5,11 ile tarihteki en yüksek seviyeye çıktı. Bu yazıyı yazdığım saatlerde ise 5,08 civarındaydı. Merkez Bankası verilerine baktığımızda geçen yıl 4 Ağustos’ta dolar kurunun 3,54 olduğunu görüyoruz. Kısacası, bir yıl içinde Türk lirası dolar karşısında yaklaşık yüzde 44 değer kaybetmiş. Döviz kurlarının aşırı yükselmesi, döviz cinsinden kredi almış olan kişilerin ve şirketlerin borçlarının artmasına neden oluyor. Ayrıca, devletin de maliyetlerini önemli ölçüde etkiliyor. Örneğin Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi birçok köprü ve paralı otoyol yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapıldı. Buralardan yeterli sayıda araç geçmezse aradaki farkı devlet, yapan şirkete dolar cinsinden ödeme yapıyor. Kısacası, dolar kuru yükseldikçe devletin bu tür yükümlülükleri de artıyor.

Yalnızca döviz kurlarındaki artış değil, enflasyon da ekonomideki önemli sorunlardan biri haline geldi. Dün açıklanan enflasyon verilerine göre Tüketici Fiyat Endeksine (TÜFE) göre yıllık enflasyon oranı yüzde 15,85; Üretici Fiyat Endeksine (ÜFE) göre ise yüzde 25’e yükseldi. Gerçek enflasyon oranının açıklanan enflasyon oranından çok daha yüksek olduğunu önceki yazımda anlatmıştım. (https://dijiatolye.com/turkiyenin-bas-belasi-enflasyon/)

Ekonominin kırılgan hale gelmesine neden olan cari açık, iç ve dış borç stoklarındaki artış, işsizlik gibi sorunları anlatarak yazıyı sıkıcı hale getirmeyeceğim. Yalnızca, şunu belirtmek isterim ki dün açıklanan Cumhurbaşkanlığı 100 Günlük İcraat Programı’nı dinleyince tam bir hayal kırıklığına uğradım. Bu programla, ekonominin önemli sorunlarına nasıl çözüm getirileceğinin açıklanmasını ve böylece piyasaların yatıştırılacağını düşünmüştüm. Oysa, programda birçok büyük projeye 100 gün içinde başlanacağı anlatılıyor ve bu projelerin her biri de devletin giderlerini önemli ölçüde artıracak. Maalesef yastık altındaki döviz ve altınları bozdurarak ekonomideki sorunları çözebileceğimizi sanmıyorum.

Gelelim konumuza. Birçoğumuz ekonomi yönetiminde karar alıcı konumda olmadığımıza göre, bu zor günlerde birey olarak neler yapmamız gerekiyor, onlara değinelim. Kolay okunması ve akılda kalıcı olması bakımından maddeler halinde sıraladım:

1.      Çok zorunlu olmadıkça, en az 2020 yılına kadar bankalardan veya başka bir yerden kredi almayacağız.

2.      Önümüzdeki 2 yıl boyunca kesinlikle döviz cinsinden borçlanmayacağız.

3.      Yine bu birkaç yıl boyunca krediyle araba, ev, vb. almayacağız. Kısacası, birkaç yıl borçlanmayalım. Mevcut pozisyonumuzu tutmaya çalışalım.

4.      Genel kuraldır: Gelirimizin en az yüzde 10’unu biriktirmemiz gerekir. Bu dönemde de bu kurala mutlaka uymamız gerekiyor.

5.      Bankalara döviz cinsinden borcumuz varsa, bankayla görüşelim. Bunların TL kredilere çevrilmesini veya yeniden yapılandırılmasını (vade uzatımı, ödeme kolaylığı, vb.) talep edelim.

6.      Kredi kartı borçlarımızı vadesinde ödemeye çalışalım. Vadesi geçmiş kredi kartı borçlarımızı daha uygun faizi olan tüketici kredisi alarak hemen kapatalım.
                          
7.      Önümüzdeki birkaç yıl masraflarımızı azaltmaya çalışalım. Örneğin, haftada bir akşam dışarıda yemek yiyorsak bunu 15 günde bire veya ayda bire indirelim.

8.      Sinema, tiyatro, konser gibi aktivitelere daha az bütçe ayıralım.

9.      Giyim masraflarını azaltıp marka merakımız varsa bile birkaç yıl marka giymemeyi tercih edelim.
                                 alışveriÅŸ çılgınlığı ile ilgili görsel sonucu
10.  Fiyatları düşük olduğu için önemsenmeyen; ancak, ay sonunda önemli tutarlara ulaşan cips, gazoz, şekerleme, çikolata masraflarımızı azaltarak hem bütçeye katkı sağlayalım; hem de daha sağlıklı yaşayalım.
                                Ä°lgili resim
11.  Ay içinde gerekli olmayan ve hiç kullanmadığımız birçok eşya alıyoruz. Bunları tespit edelim ve aynı hataya düşmeyelim. Ayrıca, alışveriş yaparken “Bunu mutlaka almam gerekiyor mu? Buna ihtiyacım var mı?” sorusunu kendimize soralım.

12.  Yine de iki yakamız bir araya gelmiyorsa, bize gelir sağlayacak evden çalışabileceğimiz veya boş zamanlarımızda yapabileceğimiz ek işler bakalım. Bu tür iş imkânlarını zaman zaman Facebook’ta kurduğum İŞ = GÜÇ grubunda paylaşıyorum.

Kısacası mevcut ekonomi politikalarıyla önümüzdeki birkaç yıl ekonomide iyileşmenin olması pek mümkün değil. Bu nedenle, şimdiden önlemimizi alıp zor günlere kendimizi hazırlamamız gerekiyor.



DİKKAT: finekopol.blogspot.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler finansal durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan finekopol.blogspot.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin finekopol.blogspot.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.